2018 Ekonomik Krizi

Faizle nasıl uğraşılırmış gördünüz mü?

Geride kalan temmuz ayında, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin” üçüncü yılı doldu. Bu 3 yıl Türkiye’de kurum ve kurallardaki çöküşe tanık olduk. Karşılaşılan tüm krizlerde iktidarın ister ekonomik ister sağlık ister iklim krizi kaynaklı tüm krizlerde istisnasız biçimde sorunların kaynağını dışsallaştırma, sorumluluğu üstünden atma çabası giderek yoğunlaştı. Buna karşın, “kırk kere dersek vatandaş inanır” türü bakışla “krizlerin ne kadar başarılı yönetildiği” propagandası yapılageldi.

Ama giderek tüm alanlarda, günü kurtarmak için alınan kararlar geriye büyük bir enkaz yaratıyor. Hükümet sanki yeni bir seçim sonrasında (2023’te) iktidarda kalamayacağını düşünüyor da son bir çaba geleceği heba eden, enkaz yaratan kararlarla bunu engellemeye çalışıyormuş gibi bir tablo oluştu.

Ekonomide ortaya çıkan bu tür tablonun bir örneği de; son 3 yılda TL’ye değer kaybettiren politikalar yanında devlet borçlanmalarının hızla TL yerine döviz ve altına kaydırılması oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan damadı Berat Albayrak’ı ekonomi bakanlığı koltuğuna oturttuktan sonra, Albayrak yurtiçinden döviz ve altın borçlanmaya başladı.

Yurttaşlarına TL tutmaları, TL’ye güvenmeleri tavsiyesinde bulunan iktidar kendi yurttaşından, yurtiçi kurumlarından döviz ve altın borç istiyordu.

Devletin borçlanma ve nakit yönetimini yapan Hazine’nin yurtdışından döviz borçlanması gayet makul; zira yurtiçinde döviz yaratan, döviz basan bir kurum yok. Ama kendi yurttaşından döviz ve altın borçlanmaya çıkmasının döviz kuru üzerine baskı yapacağını bilmemek cehaletle mümkün.

Şunu da anımsatalım; Hazine’nin dış borç ödemelerinde 2018’e kadar izlediği ana ilkesi ‘Anapara kadar borçlan, faizini cepten öde’ idi. Örneğin 8 milyar dolar anapara, 2 milyar dolar faiz ödemesi varsa o yıl Hazine net 8 milyar dolar borçlanıyordu. Bu da tamamen yurtdışından oluyordu. ‘Yurtiçine döviz tahvili satmama’ ilkesi korunuyordu. Bu ilke de çöpe atıldı.

Peki 2018’den itibaren Hazine’nin borç stoku verilerinde nasıl bir değişim yaşandı? Şimdi ona bakalım.

Hazine’nin Döviz Cinsi Borç Stoku – ugurses.net

Devletin döviz cinsi borcu büyük bir ağırlıkla dış borçlanmadan oluşur. 2001 krizi öncesinde, ‘vatandaş, bankalar ve şirketler döviz alıyorsa onlara istediğini vererek’  krizi ‘kolay yoldan’ savuşturacağını sanan siyasetçiler yurtiçinde döviz cinsi tahvil satışı yapmışlardı. Bu tablo 2001 krizi sonrasında IMF’nin de koyduğu kurallar ile geriye alındı. 2012 başlarında döviz cinsi yurtiçi borç stoku sıfırlandı.

Albayrak göreve geldiğinde Hazine’nin döviz cinsi borç stoku 88.8 milyar dolardı. Yurtiçinde vatandaşa ya da şirketlere yapılmış tahvil ihracından oluşan borç stoku da yoktu. Toplam borç stoku içinde döviz cinsi borçların payı da yüzde 42 idi.

Hazine Döviz Cinsi Borcunun Borç Stoku İçindeki Payı – ugurses.net

Meraklı okurların gözünden kaçmayacaktır; yukarıdaki grafikten de görüleceği üzere, Ocak 2012’de toplam borç stoku içinde döviz cinsi borçların payı yüzde 27.8 iken, borçlanma stratejisi değişmediği halde Haziran 2018’de yüzde 42 olmasının sebebi 2013 sonrasında TL’nin değer kaybetmeye başlaması ve kur farklarının dövizli borçları büyütmesi ve de payını yükseltmesidir.

2018’de Albayrak’ın göreve gelmesiyle yurtiçinden dövizli borçlanma yeniden başlatıldı. Aslında bu tür borçlanma tablosu, Türkiye’de ekonomik krizin her zaman önemli bir göstergesi haline geldi.

Albayrak görev yaptığı Temmuz 2018-Kasım 2020 arası dönemde döviz cinsi borçların miktarı 138.8 milyar dolara çıktı. Tam olarak 49.6 milyar dolar artış oldu. Bunun 36 milyar doları içeriden, yani yurtiçi döviz ve altın borçlanması ile oldu.

Albayrak döneminde hem dış borçlanma stratejisi bozuldu; döneminde 13.9 milyar dolar anapara, 11 milyar dolar faiz ödemesi yapılırken, yapılan dış borçlanma 21.3 milyar dolar oldu. Anapara ödemelerinin çok çok üzerinde borçlanma yapılmış oldu.

Peki Albayrak neden 50 milyar dolar fazla borçlanma yaptı?

Tek açıklaması şu; TL borçlanmasını kısarak faizleri düşürmek istemiş olmalı. Peki döviz ve altın borçlanmak risk değil miydi? Muhtemel açıklaması da şu; döviz satarak döviz kurunu kontrol edebileceğini sandı. Nitekim, Merkez Bankası rezervlerini erittikçe eritti; yine muhtemeldir ki böyle döviz satışı yaparak ‘kuru bir noktada, tutabileceğini ve döndürebileceğini’ sandı.

Albayrak kontrol altına aldığı Merkez Bankası yönetimi aracılığı ile bir taraftan faizleri negatif reel faiz noktasına getirtti, BDDK aracılığı ile de “aktif rasyosu” gibi bankaları kredi vermeye zorlayan, olmazsa da ağır para cezasıyla cezalandıran bir uygulama ile sisteme devasa bir kredi pompalanmasını sağladı.

Bu iki adım, TL’yi zayıflattı. Rezervler erirken bu durum saklanmaya çalışıldı. Ama Ankara’daki o “küçük dağları ben yarattım” özgüveni, ekonomide hiç görülmemiş bir kırılganlığa sürüklüyordu.

Albayrak 6 Kasım 2020’de görevden uzaklaştı. “Ben bıraktım her şey kötü oldu” diye kendi durumunu aklayabilecek bir görünümde değil ekonomi.

Albayrak’ın yerine gelen Lütfi Elvan ise döviz ve altın borçlanmalarına devam etti. Elvan’ın hazırladığı “Ekonomi reformu” metinlerinde yurtiçi altın ve döviz borçlanmalarının payının azaltılacağı taahhüdü vardı. Her ne kadar yurtiçi döviz ve altın borç stoku 36.2 milyar dolardan 33.3 milyar dolara gerilese de; döviz cinsi borçların toplam borç stoku içindeki payı Albayrak bıraktığında yüzde 57.7 iken, Haziran 2021 sonu itibariyle yüzde 58.3’ye çıkmış durumda. Nedeni de Elvan yurtiçi borçlanmayı azaltmış olsa da yurtdışı borçlanmada anapara ve faizi kadar borçlandığından (8.5 milyar dolar) dış borç stoku artması ve kur artışının devam etmesi.

Gelelim Albayrak’ın “ezber bozan” döviz-altın borçlanıp faiz düşürme çabasının işe yarayıp yaramadığına? Döviz kurunu rezervleri eriterek tutamadığını, daha da berbat ettiğini gördük.

Ya maliyeti?

Temmuz sonu itibariyle Hazine’nin yurtiçine olan döviz ve altın borcu 28.2 milyar dolar. Bu stokun maliyeti, vadesi doldukça oluşacak. Bu stok içinde Elvan döneminde yapılan borçlanmalar da var.

Biz bugüne kadar vadesi dolan stoka ve maliyetine bakalım.

Hatırlatalım; “döviz borçlanayım, zaten faizi de TL’den kat kat düşük” kafası, “Kahtalı Mıçe sendromu” olarak tanımlansa yeridir.

2018 Temmuz-2021 Temmuz arası 3 yıllık dönemde Albayrak yönetimince yapılan döviz ve altın borçlanmasından vadesi dolan altın ve döviz tahvili tutarı 19.2 milyar dolar. Bunun 12.7 milyar doları döviz cinsi tahvil ve kira sertifikası, 6.7 milyar dolarlık kısmı da altın cinsi tahvil ve kira sertifikasından oluşuyor.

Vadesi dolan 19.2 milyar dolarlık borçlanmanın ortalama maliyetini (kur ve altın fiyat farkı, tahvillere ödenen faiz ya da katılım payı) yıllık yüzde 31.8 olarak hesaplıyorum. Her bir tahvil borçlanmasının yapıldığı günlerde, bu borçlanma yerine piyasa faizlerinden TL tahvil ihracı yapılmış olsaydı ortalama maliyet yüzde 14 olacaktı.

Yani bu “ezber bozan” parlak (!) strateji ile yüksek buldukları yüzde 14’lük faizin 2 katından daha fazla bir maliyet Hazine’ye yüklendi.

Bu 19.2 milyar dolarlık vadesi dolan borcun maliyet kırılımı ise şöyle; döviz cinsi tahvillerin ortalama maliyeti yüzde 27, altın cinsi tahvillerin ortalama maliyeti yıllık yüzde 40.5

Altın borçlanmasının maliyetinin bu kadar yüksek olmasının nedeni; altın borçlanmalarının yapıldığı tarihlerde ons fiyatının 1200-1300 dolar seviyesinde, vadesi dolduğunda ise 1800-1900 dolar seviyesine çıkmış olması. İlaveten de TL’nin dolara karşı değer kaybetmiş olmasıdır. Altın borçlanmalarının fiyat riskinin de hedge edilmemiş olduğu çok açık.

Böylece, Hazine borçlanmasının bir “Ponzi oyununa” çevrilmesi kimsenin aklına gelmezdi.

2018’de yeni bir rejime geçmeden önce, 24 Haziran seçiminden 5 gün öncesindeki konuşmasında ne diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan?

“Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi, biz belirleyeceğiz. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz”.

Nasıl gördünüz mü?

Sadece kamunun ödediği faiz kısmında, faizden şikâyet eden bir iktidar olarak yürütülen sözüm ona “ezber bozan” politika ile belki de son 20 yılın en pahalı maliyeti Hazine’ye ödetiliyordu.

Şimdi vadesi gelmemiş olanların vade tarihlerinde kur ve altın ons fiyatının düşük olması için ‘iyi bir şansa’ ihtiyacı var Ankara’nın. İşin gerçeği, yeni gelecek bir iktidara kalacak çok sayıda enkazdan biri de bu borçlanmalar. Güven veren yeni bir iktidarın, TL’nin değerlenmesine yol açması ve bu borçları daha az hasarla kapatması ihtimali da olasılık rafında duruyor.

Uğur Gürses