İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde yaptığım konuşmanın metni
16 Mart 2023 – İzmir
Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına, 2023’e girerken önemli bir kırılmaya tanık oldu. Ekonomik ve toplumsal olarak, siyasal olarak sürdürülemez bir eşikteydik. Devasa bir yıkım getiren depremle bu kırılma, toplum nezdinde derin bir sorgulamayı da gündeme taşıdı.
Cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda, büyük buhran ve bunun izlerinin yansıdığı 30’lu yıllar, devamında İkinci dünya savaşı ve yıkıntıları içinde 40’lar ve 50’ler, muhtıralı-darbeli 60-70’ler ve 80, serbest piyasaya geçiş ve dışa açılmalı-krizli 80’ler ve 90’lardan çıkıp 2000’lerde siyasal İslamcı tek parti iktidarına, 2010’lu yıllarda da “otokratik tek adam rejimine’ evrilen bir sürece tanık olundu.
Bir taraftan dış konjonktürün ‘meyvelerinden’ yararlanan, ama kendi bahçesini bir türlü toparlamayan, bu yüzden de giderek zaten güdük olan demokratik değerleri ve hukuku kuruyan bir siyasal zemin ile tüm kaynaklarını tüketen bir ekonomik tablo ortaya çıktı.
Kurum ve kuralları çökerten, altını boşaltan yozlaşmış bir yapı kaldı ortada.
Şubat başında karşılaştığımız yıkıcı depremde bu çökmüş ve yozlaşmış sistemin altında kaldı insanlarımız.
Tanık olduğumuz kırılmalar, İkinci yüzyılında Cumhuriyetin ana payandalarının güçlendirilerek yenilenmesi gereğini ortaya çıkardı.
Aklı selim toplumlar her kırılmadan kendisine ders çıkarır. Neyin yanlış olduğunu ya da nelerin yanlış yapıldığı ile yüzleşip yeni bir yapı kurar.
İster siyasal alanda isterse toplumsal alanda yapılması gereken ve ikinci yüzyıla tesis edilmesi gereken en önemli unsurun “yüzleşme” olduğu çok açık.
Yanlışlarıyla, hatalarıyla ya da kasti olarak toplumda yol açılan kırılmalarla yüzleşmeden yola devam edildiğinde, bu tür kırılmalarla yeniden yüz yüze kalındığına tanık olduk.
Yüzleşmenin de en önemli iki unsurunun, kayıtsız şartsız şeffaflık ile hesap sorma-hesap verme kanallarının sonuna kadar açık olmasıdır. Sivil toplum oluşumlarının demokratik süreçlerde yer almasıdır.
Cumhuriyetin ilk yüzyılındaki siyasal, ekonomik ve toplumsal süreçler ve önemli eşikler bize gösterdi ki, aynı döngüler içinde artık mesafe almak olanaksız. Alınan kolektif ders gösterdi ki yeni bir gelecek tasarımı için yeni bir eşik atlanmak zorunda.
Bu eşik de; toplumsal uzlaşma, eşit yurttaşlık ve yeni bir toplumsal sözleşmenin tesisidir.
Aynı döngülerin içinde her daim su yüzüne çıkan temel sorunların kökünde, yurttaşların birbirine güven içinde yaşamasını sağlamaktan uzak zemini yaratan, hukukun üstünlüğünün olmamasıdır.
Gelir eşitsizliğinden, ifade özgürlüğüne, doğaya ve yurttaşların doğa haklarına saygılı bir ekonomik işleyişe, toplumsal cinsiyet eşitliğinden fırsat eşitliğine, yoksulluktan ve yolsuzluğa kadar her alanda, ana nedenlerden biri hukukun üstünlüğünün eksikliğidir.
Eşitlik ve kapsayıcılığın ana omurgası hukukun üstünlüğüdür.
Sürdürülebilir büyüme ve düşük enflasyonu sağlamada, gelir eşitsizliğini düzeltmede, yüksek insani koşulları sağlamada da; tek başına ekonomi politikası reçetesi yazarak bunların olmayacağı çok açıktır.
Türkiye’de çoğumuz, geride kalan yüzyılda ‘neyin olmayacağını’ deneyerek ve yaşayarak, sancılı dönemlerden geçerek öğrendik.
Ekonomide de benzer reçetelerin bir döngü içinde yeniden uygulanması, bizi yeni bir eşikten geçirmiyor.
Toplumsal refahın ve gelişmenin kapsayıcı biçimde hayata geçmesinin ana reçetesinin de, bir ekonomik reçeteden çok, kapsayıcı bir siyasal rejimden, katılımcı-çoğulcu, hesap veren demokratik bir rejimden geçtiğini ağır deneyimlerle öğrendik.
Kurum ve kuralların herkese eşit biçimde kapsandığı bir rejimden.
Şimdi uzlaşma ve yeni bir sözleşme zamanıdır. Bugün, yeni bir genel seçime doğru yaklaşırken, farklı mahallelerin uzlaşısının sağlanabiliyor olması, ikinci yüzyılın önemli bir eşiği olarak kayda değerdir.
Peki nasıl bir yeni ekonomik model düşünmeli?
2023’te ikinci yüzyılın yeni bir ekonomik modele ihtiyaç duyduğu çok açıktır.
1990’ların başı, soğuk savaşın sona ermesi, Varşova Paktı ülkelerinin açık bir ekonomiye geçmeleri yanında, küresel finansal mimarinin genişleyerek olağanüstü kaldıraçlı hale gelmesi, 2000’li yıllardaki krizin kilometre taşı oldu.
2008’de patlak veren küresel ekonomik kriz, bu kaldıraçlı finansal mimarinin çökmesi ile gelişmiş ülkelerde önemli kayıplara yol açarken, gelişen ülkelere de yeni risk birikiminin kapısını açmıştır.
Olağanüstü bol parasal likidite, mali piyasalarda varlık fiyatlarını şişirirken, gelişen ülkelerde de şirketler kesiminin borçluluğunu hızla yükseltmiştir.
2020’de küresel çapta pandemi, 2022’de ise jeopolitik gerilimin sınır aşan çatışmaya dönüşmesi, her ekonomide farklı çapta ve nitelikte krizlerle karşılaşılmasına yol açmıştır.
Arz şokları, tedarik zincirindeki tıkanmalar, küresel taşımacılıktaki kesintiler, küreselleşmenin tersine döngüsüne, yakın coğrafyaların bölgesel iş birliğine önem kazandırmıştır.
Teknolojik eşiklerin üssel biçimde yeni boyuta geçmesi, yaygın finansallaşma her alanda sürdürülebilirliğin önemini hissettirmektedir.
2008 sonrası alınan derslerin başında; devasa finansallaşmanın, sonuçta kitlelerin yaşamını zorlaştıran, bedel ödeten krizlere yol açması yanında, enerji arz açıkları ile fiyat dalgalanmalarının ekonomilere yarattığı tahribat gelmektedir.
Bunun birkaç açıdan riskleri ve sonuçları giderek ekonomilerde ve toplumsal yaşamda hissedilmektedir.
Birincisi, ekonomilerin ihtiyacı olan enerji kullanımında, fosil yakıtların doğaya verdiği tahribatın daha hızlandığı, öngörülebilir bir gelecekte ise küresel çapta tüm canlı yaşamını tehdit eden bir patikaya gireceği hesaplanmaktadır.
İkincisi ise ekonomiler için üretim ve fiyatlar bağlamında geniş bir bantta oynaklık görünümünün giderek belirginleşmesidir. Mevcut fosil yakıt-enerji kullanımı ekonomilerin istikrarı için güvenli ve sürdürülebilir bir perspektif sunmamaktadır.
Küresel ekonominin büyüme merkezlerinin, önümüzdeki çeyrek yüzyıl içinde Güney Asya’ya kayacağı, Çin, Hindistan ve Endonezya’nın küresel ekonomideki hasılanın neredeyse yarısını üretecekleri bugünden görünmektedir.
Küresel ekonominin büyüme geleceği, Türkiye’nin doğusundadır; Gelişen ülkelerdedir.
Gelişen ülkelerin ihtiyacı olan da teknoloji ile sermaye açığının bugünün Batı’sında olduğu açıktır.
Bugünün dünyasında tüketicilerin tercihleri ile talep ettikleri hizmetlerin kıstası, sadece ürün kalitesi, fiyat uygunluğu değil, ürün arz edenlerin üretim süreçleri ile bu süreçlerin doğaya ve insana saygılı bir süreçte üretilip üretilmediğini de içermektedir.
Bugünün iletişim olanakları ve sosyal medyanın yaygın hale gelmesi gerek üretimdeki tüm paydaşları gerekse tüketicileri giderek daha güçlü hale getirmektedir.
Üretim süreçlerinde çalışanların ücret ve sosyal haklarına saygılı, doğayla uyumlu ve saygılı, hukuka saygılı biçimde yer alan şirketler, üreticiler, kurumlar, sağlanacak kamusal teşvikler için bu temel koşulları sağlamalıdır.
İfade özgürlüğü yenilikçiliğin ve yaratıcılığın en asli unsurudur. Çok sesliliğin de kapsayıcılığın da ana omurgalarından biridir.
İfade ve iletişim özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı, Anayasal hakları engelleyen kamu görevlilerinin hukuksuz kararları cezasız kalmamalı, bizatihi kendilerine tazminatla ödetilmelidir.
Paydaş hukuku, paydaş demokrasisi yeni ekonominin yeni felsefesi olarak yer tutacaktır.
Üretim süreçlerinde yer alan her paydaşın hukuka, insan haklarına, insanca çalışma koşullarına, doğaya saygılı biçimde yer alması ekonomilerde karşılaşılan krizlerin frekansını, karşılaşılan hasarın büyüklüğünü azaltacaktır.
Türkiye’nin Cumhuriyetin birinci yüzyılında edindiği deneyimlerin ışığında, toplumsal refah ve diğer uluslarla barış içinde yaşaması için önerilen temel felsefe de budur. Her bir bireye, yurttaşın temel haklarını koruyan, gerektiğinde bunu devlete karşı savunan bir önceleme ile.
Devletlerin, yurttaşlarının refahı ve esenliği için körlemesine bir ekonomik büyüme ve ortalaması alınmış kişi başı gelir ölçütü yerine, bireyi temel alan hukuk düzeni, demokratik değerler, hesap verme, şeffaf davranma, vergi adaletini ve fırsat eşitliğini sağlama, yoksul hanelere kamusal destekleri hak temelli sunma, ücretsiz kaliteli eğitim desteği verme sorumlulukları da şarttır.
Peki ne yapmalı?
İkinci yüzyılda ‘geleceğin Türkiye’sinin iktisat stratejisinde, ekonomik model değişiminin gündeme alınması gereklidir.
Bugünün ekonomik modeli, GSYH’nın yüzde 60’ını oluşturan hane halkı tüketimine dayanmaktadır. Yatırımlarda ise orta ya da uzun vadeli kamusal bir strateji yoktur. Planlama yoktur. İhracatın net katkısı ise dalgalanmaktadır.
‘Geleceğin Türkiyesi’nin modeli, verimliliği arttıracak bir patika olmalıdır. Bu patika ise hane halkı tüketimine dayanan bugünkü modelin, yatırımlara ağırlık kaydıran bir modele evrilmesi ile mümkün olabilecektir.
Aksi halde, hane halkı tüketimine dayalı bir büyüme ile net ithalat fazlası ile büyüyen cari açık ile bunu kapamaya dönük kısa vadeli sermaye girişlerine mahkûm, parası sürekli dalgalanan ve enflasyonu bir türlü fiyat istikrarı çizgisine çekemeyen bir ülke fotoğrafı değişmeyecektir.
Bu, yatırıma ağırlık veren model de doğaya ve insan onuruna saygılı bir büyüme modeli olmalıdır.
Önümüzdeki çeyrek yüzyılın küresel büyüme merkezi doğuya kayarken, Türkiye; yaşlanan ama sermaye birikimi görece güçlü Avrupa ile gelişen doğu arasında, küresel bir ‘hub’-ara durak’ olma, bu çerçevede de yatırım çekme potansiyeli olan bir ülkedir.
Yakın coğrafyamızdan Uzak Asya’ya, İran, Pakistan, Hindistan, Çin, Endonezya gibi ikinci yüzyılın gelecek takviminde, gelişen ve büyüme merkezi olan ülkeler ile sermaye ve teknoloji birikimi, teknik donanımı olan Batılı ülkelerin orta noktasında yer alan Türkiye’nin, bu yatırımların merkezi olma potansiyeli yüksektir.
Özel kesim yatırımları, bu yapısal değişimle sağlanırken, kamunun yatırımları da “özel kesimin yapamayacağı” kulvarlarda, özellikle yüksek teknoloji yatırımlarında gerçekleştirilmeli, özel kesimle iş birliği içinde, bu projelerde çalışan teknik uzmanlara da ortaklık olanağı sağlayarak yürütülmelidir.
Türkiye, hukuka saygılı, yargı bağımsızlığını sağlama ve kurallı bir ekonomi olma, hesap veren mekanizmaları hayata geçirme, basın özgürlüğünü temellendirme kulvarına girdiğinde, küresel çapta doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının aktığı büyük bir merkez de olacaktır.
Güçlü biçimde kurallı bir ekonomi haline dönüşmesi, şirketler kesimini güçlendirecek ticaret yasalarını yapısal reformlarla tesis ederse önemli bir eşiği aşacak, model değişiminin basamağı olacaktır.
Devlet, orta öğrenimden itibaren ücretsiz internet bağlantısı ile bilgisayar desteği sağlayarak, matematik ve bilim derslerine önem vererek ekonomide gelecek kuşakların yaratıcılık ve verimlilik potansiyelini yükseltebilecektir.
10 milyonu aşan sayıdaki kadının, işgücüne katılımı için her mahalleye kreş, yaşlı bakım evleri, okullarda devletçe öğrencilere gıda desteği veya yemek sunulması, kent ulaşımında ücra semtlere toplu taşıma olanaklarının kolaylaştırılması, yine ücra semtlere kent aydınlatmasının tesisi gibi adımlar, bu hedefte önemli eşikler olacaktır.
Kadınların eşit bireyler olarak ekonomik faaliyetlere katılımının önündeki sınırlar, örtülü kısıtlar ve ‘cam tavanlar’ kaldırılmalı, toplumsal cinsiyet eşitliği temel norm olarak kamusal alanda dikkate alınmalıdır.
Vergi reformu ile ‘çok kazandan çok, az kazanandan az’ vergilendirme ile vergi adaleti sağlanarak bütçe gelirlerinin yükseltilmesi, bununla sosyal desteklerin büyütülmesi mümkün olacaktır.
Kayıt dışı ekonominin üzerine kararlılıkla gidilmesinin en fayda sağlayanı, yoksullukta tabana yayılan kesimler olacaktır; ücret geliriyle çalışanlar, 17 milyonu bulan yoksullar.
Ekonomik faaliyetlerden elde edilen gelirleri örtüleyen, kayıt dışılığı temize çeken gayrimenkul sektörü de bugünkünden farklı olarak ele alınmalı, düzenleme ve reforma gidilmelidir.
Gayrimenkul pazarındaki alım-satımların gerçek el değiştirme değerleri ile tescil edilmesi, imar rantlarının vergilendirilmesi, kira sözleşmelerinin bölgesel bazda tescil edilmesi, imar değişikliklerinin katı kurallara bağlanması gibi belli başlı değişikliklerle, yapı ve iskan güvenliğinin güvenceye alınması gibi kararlarla inşaat çılgınlığı yerine kamu yararı esaslı bir patika, ekonominin yeni yol haritalarında yerini almalıdır.
Kamu bütçesinden tarımsal desteklerin büyütülmesi, bölgesel üretim ve dağıtım-tüketim ağlarının kooperatiflerle, imece ağlarıyla ‘hub’lar oluşturulması. Bu alanda yerel yönetimlerin bu ağların bir paydaşı haline getirilmesi, bu çerçevede bölgesel ve ekolojik üretim süreçlerinin da sağlanabilmesi mümkün olabilecektir.
Şirketler ve kurumların vergilendirilmesinde doğaya saygılı süreçleri olan, yenilenebilir enerji kullanan, karbon salınımı düşük olan işletme veya kurumlara pozitif ayrımcılık ve düşük vergileme sağlanmalıdır.
İkinci yüzyılın ekonomisini, tıpkı birincisi gibi neden İzmir’de konuşuyoruz? Buna değinerek bitirmek istiyorum
Bildiğiniz gibi, Smyrna, İzmir; tüm Akdeniz kavimlerinin geçit yeridir, tarih öncesinden Helenistik döneme, Roma çağından Bizans’a, Osmanlı döneminden bugünkü Cumhuriyete uzanır.
Cumhuriyeti kurmadan önce yapılan İktisat Kongresi, çoğulcu bir katılımla burada sahne olur.
Antik çağda ihracat pazarları ancak su yollarında ulaşım olan yerlerde kurulmuştur. Limanlar agoralara ilerler. Tüm üst yapı kurumları; tiyatrolar, tapınaklar, stadyumlar, hamamlar kütüphaneler agora etrafında konumlanmıştır; merkez-meydan agoradır. Agora İzmir’in merkezidir.
Agora, farklı uluslardan tüccarları, gezginleri buluşturan bir noktadır. İzmir agorası da doğu ve batının malların el değiştirdiği ticaret kavşağı olmanın da ötesinde, çok kültürlü toplumsal katmanların harman olduğu bir yerdir. Bir potada eridiği, kozmopolit oluşumun, yeni bir yaşam altyapısının oluştuğu bir yerdir.
Birlikte yaşamanın, farklı etnik katmanların kültür alışverişinin-etkileşimin etkili olduğu bir yerdir. Kültürel etkileşim ise yeniyi aramayı, yenilikçiliği tetiklemiştir.
Agora İzmir’in ticaretinde bugün de merkez konumundadır.
Anadolu’nun işgali öncesinde İzmir, pazarlarında ve sokaklarında farklı kültürlerin seslerinin yayıldığı, bir ticaret köprüsüydü. Osmanlı pazarlarından yapılan ihracatın üçte birinin geçtiği büyük bir ticaret merkeziydi.
İktisat Kongresi’nin yapılacağı kent olarak seçilmesi tesadüf değildir.
Bugün İkinci yüzyılın iktisat kongresini burada yaparken hepimiz, Agora’dan ikinci yüzyıla bir gelecek tasarımının arayışını seslendiriyoruz.
Çok kültürlülük, kapsayıcılığı ve fırsat eşitliğini içeren bir nitelik taşır. Agora’da bunun özü vardır.
Bugün burada, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, ekonomide yeni bir yol haritası olabilecek modelin niteliklerini saydım.
Türkiye, bu yolda, dinamik bir rota değişikliği de yapabilecek heyecan içindedir.
Eminim ki Türkiye, büyük kırılmalara tanık olduğu ilk yüzyıldan, umut ve coşkuyla ve de kaybettiği neşesini kazanarak yeni bir ikinci yüzyıla girecek.
İkinci yüzyıla girerken, ben de umutlu ve heyecanlı olmayı seçiyorum.
Tıpkı 1923’te, bir işgalden ve savaştan başarıyla çıkan, yokluk içinde bir ülke kuran kurucu kadroların yaptığı gibi…
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkürler.
Fotoğraf: Ercan Çelebi – İzmir Büyükşehir Belediyesi
Çok kapsayıcı ve analitik bir yazı teşekkürler Uğur Gürses