Ekonomi

Şimşek, Faiz ve İtibar…

Seçim oldu bitti; kim kazanırsa kazansın devasa bir enkazı kaldırmak zorundaydı. Öyle de oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2018’de seçimi kazandığından bu yana, bir sonraki seçimi kazanmak ve iktidarını korumak için “neye mal olursa olsun” şiarıyla devasa bir ekonomik enkaz yarattı. Önceki yazılarımda not etmiştim, temel bakış açısı şuydu; ‘bu önemli seçimi kaybederse gelenin altında kalacağı, seçimi kazanırsa da buna değecek’ bir enkaz yarattı. Bir bölümü ise halı altında saklı duruyor.

Şimdi ise bu enkazla baş başa. Kendisine oy verenler, devasa propaganda makinasının etkisi altında olarak bunun farkında mı bilmiyorum? Ancak kestirme bir bakışla, nihai olarak oy vererek “yarattığı enkazı kendisinin kaldırmasını” istemiş oldu.

Neydi o söz? “Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız”- J.C.Stamp.

Şimdi bu enkazı kaldırmak için 2018’de başkanlık rejimine geçmeden önce sistemden uzaklaşan Mehmet Şimşek göreve çağrıldı.

Erdoğan da görmüş olmalı ki; bu uydurma ekonomi politikasının yarattığı vakuma, öyle Katar’dan, Suudi Arabistan’dan, Rusya’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden el açılarak alınan 3-5 milyar dolarlık ‘çerez paraları’ yetişmeyecek.

Akla, 2018’de seçim sonrası kendine sesiz sedasız çıkış bulan Şimşek geliyor. Çünkü uluslararası finansal çevrelerde itibarı var. Neden Şimşek? Çünkü finansal piyasalar dediğiniz ‘ahbap-dost’ ülkelerden oluşmuyor. Onlar olmadan ödemeler dengesini yoluna sokamıyorsunuz. ABD, Avrupa, Britanya ve Japonya gibi ülkelerin finansal piyasalarında ise “bize Türkiye demeyin” diyerek kapıları kapatan kurumlar ve profesyoneller var. Cumhurbaşkanının damadının “vız gelir tırıs gider” diyerek küçümsediği ve dibe çökerttiği ülkenin kredi derecesi ise ‘junk’ seviyede.

Damadın ve onun gölgesinde iş yapan bürokratların bozup çökerttiği sistemi Şimşek’in itibarı ile toparlama çabası var şimdi. Ama bu yetecek mi? Sanmam. Başta uluslararası finansal çevreler olmak üzere herkesin aklındaki bu.

Doğrusu Şimşek’in bu enkazı sırtlamak için istekli olmayacağını düşünüyordum. Zira bu enkazı yaratan temel unsur, tek başına iktisat politikasının yanlışları değil, ona yol ve direktif veren, tek ve mutlak siyasi irade.

Şimşek 4 Haziran’da göreve başladı. Bu yazı yazıldığında tam 15 gün geçmiş durumda. Merkez Bankası Başkanı ataması dışında herhangi bir adım yok.

Merkez Bankası eski başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun BDDK Başkanı olarak atanmasını saymazsak. Saymazsak diyorum, zira bunun bir Şimşek iradesi taşımadığı çok açık.

Son 2 yılda tüm bu çökertici politikaların direksiyonunda Kavcıoğlu vardı. Şimşek’in görev koltuğunu teslim aldığı törende söylediği şu sözlerde, ne Kavcıoğlu’nun ne de Nebati’nin izlediği yol, ilke ve politikalar var: “…şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı ve öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda anahtar olacaktır”.

Geldik bugüne…

Şimdi, Şimşek’in yönetimindeki ekonomi politikasının kredibilite basamakları için temel adımlar bekleniyor.

Bunların başında para politikasının normalleştirilmesi geliyor.

Perşembe günü Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu toplanıyor. Toplantının çıktısının politika faiz kararı olduğu vurgulanıp duruyor. Politika faizin ne olacağına dair tahminler yürütülüyor. Ancak böyle bir ölçü, kanımca doğru değil. Sahi şu ana kadar üye yapısı başkan dışında değişmemiş bir kurulun alacağı kararlar üzerine ‘toto oynamak’ ne kazandırır? Para politikasının kredibilite kazanması için şu üç adımı izlemek gerekiyor.

  1. En başta umarım perşembe gününe kadar PPK üyeleri toptan değiştirilir. ‘Hacıyatmaz’ gibi gelen siyasi direktiflerle anında yön değiştirerek karar alan, Türkiye tarihinde en hızlı enflasyon patlamasına, TL’nin sert değer kaybına, kurumun itibar kaybına yol açan ve bu çerçevede hiçbir itibarı olmayan bir heyetin alacağı faiz artırım kararının bile çapa işlevi olmaz. Şimşek ilk düğmeyi doğru iliklemeli.
  2. Kurumun itibarının yükseltilmesi ve sözünün dinlenirliği açısından yapılacak iş belli; seçim sonrasındaki TL’nin değer kaybı da dikkate alınarak, ki buradan da ilave enflasyon ivmesi gelecek, enflasyon ivmesinin üzerinde bir faiz seviyesinin belirlenmesi gerekiyor. Kimse “yüksek faiz artışı ekonomiyi vurur, yavaşlama, işsizlik büyür” demesin. Bugünkü mevduat faizleri yüzde 40’larda, kredi faizleri de alınabiliyorsa kâğıt üzerinde değil ama ilave komisyon vb yollarla efektif olarak yüzde 50’nin üzerinde. Henüz faiz artışı olmadan, mevcut hali ile sanayi üretiminin büyüme ivmesi oldukça yavaşlamadı mı sanki? Kademeli faiz artışı işe yaramaz. Mart-Mayıs çekirdek fiyat hareketi yüzde 50’lik bir ivme gösterirken, henüz bu tablo hazirandaki kur artışı ve bunun fiyatlara yansımasını içermiyordu. Belki de yüzde 60-70’lik bir ivme söz konusu, bunu merkez bankacılar ‘mutfakta’ görüyordur. Politika faizini doğru belirlemek, izleyen dönemde itibar sağlamak için çok önemli. ‘Kademeli yapalım, siyasetçiyi-iş kesimini rahatsız etmeyelim’ tercihi yapılırsa sadece bir süre kötüleşme askıda tutulup politika yapıcıya zaman kazandırmış olunur. Dolarizasyondan çözülme getirmez. Sonrası yine hüsran olur.
  3. Bitti mi bitmedi; son 2 yılda özellikle finansal piyasalarda fiyatlama mekanizmalarını bozan her türlü kısıtlama ve ‘makroihtiyati önlem’ adı altında uygulanan uydurma düzenlemelerin kaldırılması gerekiyor. Perşembe günü sadece politika faizi değil, bu zorlama-uydurma kararların da kaldırılmasına dair açıklama yapılmalı. En azından normalleşme takvimi açıklanmalı. Parasal aktarım mekanizmasının doğru düzgün çalışması için de bu çok önemli. Burada KKM gibi artık birkaç yıldan önce çözülme sağlanamayacak bir mekanizmayı kast etmiyorum. Mali sistemin ‘deli gömleği’ haline getirenler bile kısa vadede çözemez bunu.

Kısa vadede sadece para politikası ile ‘pansuman’ yapılıp zaman kazanıp, Eylül’de OVP ile makro tahmin ve bütçe tahmini ve ek bütçe çıkarılması ikinci ayak düşünülüyorsa bütçe açığının nasıl finanse edileceği de ortaya çıkacaktır. Anlaşılan şimdilik bu telaffuz edilmek istenmiyor.

Şimşek’in kişisel itibarı üzerine kurulan ekonomi politikası çerçevesinin başarılı olması için, uluslararası çevrelerde kişisel itibarının politika itibarına payanda olabilmesi için şu gerekiyor; Şimşek’in ekonomide tek patron olduğunun atama ve kararlarla kanıtlanması. Yok bu olmayacaksa Ankara siyasetine sadece biraz zaman kazandırır. Ya Şimşek etkisiz hale düşer ya da bırakır.

Bu arada kamuoyunda etkili kişilerden “Şimşek’e destek olmalıyız” düşüncesi dillendiriliyor. Asıl hikaye Şimşek’i atayan iradenin ‘tam destek olup olmadığı sorusunda saklı.

Amaç itibarlı bir atama ile kamuoyuna ‘işler yoluna giriyor’ vitrini yaratmak mı? Yoksa onu gerçekten işlevsel kılacak iradeyi göstererek işleri yoluna koyma çabası mı?

Herkes farkında ki sabah kalktığında yöne değiştirebilen ‘tek iradenin’ altında ‘dün dündür, bugün bugündür”.

Uğur Gürses