Bankacılık, Fintech, Teknoloji, Yeni Çağ

Dijitalde bulut, klasik bankacılığı unut

Türkiye’de “İstanbul Finans Merkezi” olarak adlandırılan Ataşehir’deki gayrimenkul alanındaki bazı inşaat alanlarının Türkiye Varlık Fonu’nca satın alınmasına dönük anlaşmaların yapıldığı açıklaması yapıldığı günlerde, Microsoft’un davetlisi olarak Londra’da “Bankacılıkta Dijital Farklılaşma” konulu toplantıya katılıyordum.

Türkiye inşaattan finans merkezi çıkarmaya çalışırken, dünyada bankacılık dijitalde yapay zekaya, açık bankacılığa ve “buluta” giriyor.

Öyle ki küresel finans merkezi olma yarışında, Abu Dhabi’nin yenilikçi adımlardan birini attığını orada öğrendim. Yapılan şuydu; dijital işlemlere dayalı dünyanın ilk dijital ticari banka lisansı Anglo-Gulf Trade Bank’a (AGTB) verilmişti. Öyle ya kurumsal bankacılık hizmeti veriyorsanız “bankoya” ihtiyaç yok. Akreditif açmaktan, kredi işlemlerine, tüm ticari işlemleri dijital kanaldan yapmak mümkün.

Geçmişte bankalar, artan ölçüde teknoloji kullanan finansal kurumlar halini alırken; şimdi teknoloji içinde bankacılık hizmetleri yer almaya başladı.

Bundan yaklaşık 30 yıl önce 1989-1993 yılları arasında Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın ODTÜ’de yeni PC’lerin hizmete girmesi nedeniyle “kurdele keserek” açılış yaptığı sahne akıllarda.

Teknoloji geçmişte “hardware” yani fiziksel haliyle bilgisayar demekti. Bugün o bilgisayarların ekranı, klavyesi değil, “aklını” konuşuyoruz; yani öğrenen makinaları, işleri fiziksel mekandan çok uzakta “bulutta” yapan teknolojiyi.

Microsoft’un Finansal Hizmetler Bölümü’nün Avrupa, Orta Doğu ve Afrika Bölgesi’nden sorumlu yöneticisi Patrice Amann da bunu hatırlatarak başladı konuşmasına; bu yıl Londra’da yapılan Finansal Hizmetler Konferansı SİBOS’un ilk yıllarında, bankacılara bilgisayar sergisi açıldığını ama şimdi giderek teknolojinin dijital bankacılık hizmetlere yazılım, bulut ve yapay zekaya kaydığını anlattı.

Patrice Amann

Amann, “finansal hizmetler sektörü, diğer sektörler gibi baskı altında; kesintiye uğrama ve aracılığın ortadan kalkması gibi tehditler, karmaşık regülasyon ortamı, dolandırıcılık ve siber suçlar, kullanılan eski sistemlerin yükü gibi baskılar. Amann, şirketlerin bunun için; düzenlemelerle uyumu kaybetmeden yenilikçi ve bir adım önde olabilmeleri için dönüşüm içinde olmaları gereğine işaret ediyordu.

90’lı yıllarda teknoloji hızla bankacılığa yerleşirken, artık bankacılık teknolojide yerini buluyor. Apple, Google, Microsoft finansal hizmetleri içine almaya başladı. Bu şirketler yazılım ve uygulamalarla, “bulut” içinde hız ve verimli işlem olanağı sunuyorlar.

Yapay zekâ, makine öğrenmesi, “derin öğrenme” gibi algoritma ve büyük veri setlerine dayanan işlemler, giderek insan gücüne daha az inisiyatif bırakarak, hızlı biçimde yapılabiliyor. Tekrarlanan işlemlerde, müşterinin alışkanlıkları, rutini makinalarca öğreniliyor, sonraki işlemlerde “ne yapılacağı” biliniyor.

Microsoft geçmişin “yazılım firması” olmasının çok ötesine geçmiş ve finansal hizmetler konusunda da iddialı. Farklılaştırılmış müşteri deneyimi, temel bankacılık ve modern ödeme sistemleri, şirketlere uyum ve düzenleyici gereklilikler konusunda risk yönetimi ile çalışanlara yardım ve karar almada gereken bilgi hizmetini veriyorlar.

Toplantıda, en temel sorunlardan birinin düzenleyici kurum ve uygulamalarla uyumun sağlanması olduğu, bunun da yapay zekâ ve bulut teknolojisi ile hızla ve güvenli biçimde yapılabildiği anlatıldı.

Bankacılık, genel olarak finansal hizmetler güven ve itibara dayanır.

Eğer dünya bankacılık ve finansal hizmetlerin teknoloji şirketlerince verildiği bir yere doğru gidiyorsa ki öyle; dayanılacak güven ve itibarın teknoloji şirketlerinde olması gerekiyor.

Öyleyse mülkiyet ve hassas bilgilerin, ihmal veya kasıtlı olarak kötüye kullanılmasına karşı korunması da giderek daha önem kazanıyor.

Microsoft gibi teknoloji şirketlerinin finansal kesime hizmet sunması işleri ilginç başka bir boyuta taşıyor.

Örneğin bankacılık otoritelerinin bulut teknolojisine mesafeli durmayı bırakarak yakınlaşması şu olanağı da beraberinde getiriyor; birincisi finansal hizmetler kesimindeki şirket ya da bankaların bulut teknolojisine ağırlık vermesi, ticari iş alanını büyüttüğü gibi, hem kendilerinin düzenleyici kurumların düzenlemelerine uyumuna hem de düzenleyici kurumların bu uyumu denetlemesi ve incelemesine kolaylık sağlıyor.

Herhangi bir bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu, ilgili kurumun sunucusuna bağlanarak veri denetimi yapmak yerine çok daha büyük bir bulut bağlantısı ile geniş çaplı denetim ve karşılaştırma olanağına sahip olabiliyor. Tüm bankaların bulut sisteminde olması, denetleyici ve düzenleyici kurumlara politika oluşturma ve tasarımında da müthiş bir hız ve analiz kapasitesi sağlayabilir.

Yapay zekâ ve bulut teknolojisi, rekabetçiliği iyileştiren, büyümeyi sürdüren, müşteri deneyimini ayarlayan, değişen düzenlemelere uyum ve siber güvenlik tehditlerine karşı koruyan bir bileşimle yeni bir aşamaya geçiyor.

Örneğin Microsoft kendi bulut sistemi olan Azure üzerinden, Bank of New York-Mellon ile entegre ederek ödeme sistemleri platformu olan SWİFT’e bağlantı sağlayan ilk bulut sağlayıcı olmuş.

Bulut tabanlı sistemlerin, genelde finansal hizmetlere, özel de ödeme sistemlerinde yapay zekâ aracılığı ile çeşitli dolandırıcılık ve siber hırsızlıklara karşı işlem ve girişimlerde sürekli öğrenen, hesap ve ödemeleri güvenli hale getiren yapısı dikkat çekici.

Dijital bankacılıkta müşteri deneyimi daha kişiye özel hale geliyor. Yapay zekâ ve “öğrenen makineler” sayesinde, kişi ya da kurum müşterinin ihtiyaç, talep ve profiline göre artık teknoloji şirketleri bankaların önüne geçmeye aday.

HSBC’nin geçen hafta ilan ettiği yenilikçi adımı, akıllı cep telefonu üzerinde geliştirilen uygulama ile bir ülkede hesabı olmayan müşterinin bankaya gitmeden o ülkedeki muhataplarına banka garantisi, “teminat mektubu” verebilmesi. Bu başlı başına bir devrim.

Bugün bankalarda şube ya da merkezde birkaç kişi tarafından hayata geçirilebilen müşteri tanıma süreci, yapay zeka ve algoritmalarla öğrenen bulut işlemcilerce çok daha kurumsal bir “müşterini buluta çıkar” ilkesi haline geliyor. Bunun üzerinden çok daha ayrıntılı biçimde müşteri memnuniyeti profili de çıkarılarak finansal hizmetlerin iyileştirilmesi mümkün olabiliyor.

Diğer tarafta ise özellikle finansal suçlar ve para aklama konusunda regülasyonlara uyum süreci bulut ve yapay zeka ile çok daha algoritmik biçimde kontrol altında oluyor.

Bunun farkında olan yatırım bankaları ve ticari bankalar, teknoloji sunan şirketlerle birlikte çalışıyorlar.

Microsoft’un dijital bankacılıkta “başarı hikayesi” çıkardığı iş ortaklığındaki örneklerden biri, yazının başında bahsettiğim, dijital işlemlere dayalı dünyanın ilk dijital ticari banka lisansı alan Anglo-Gulf Trade Bank.

Daniel Gould

Anglo-Gulf Trade Bank CEO vekili Daniel Gould da oradaydı ve ayrıntılı bilgi verdi

Bir başka yeni ve önemli bir kırılma örneği, SWİFT’in iki bulut seçeneğini sunması.

Birincisi müşterisi olan finansal kurumların, SWİFT’in kendi yöneteceği bulut altyapısı üzerinde çalışabilecek olmaları. İkincisi de Microsoft Azure bulut tabanı üzerinden bağlantı sağlamaları.

Bank of New York Mellon için SWIFT ve Microsoft’un bulut tabanlı ödeme mesaj sistemi kurması ikinci seçeneğe iyi bir örnek. Sistem, SWİFT’in altyapı ve ödeme sistemini Microsoft’un bulut sistemi olan Azure üzerine kurulması ve buradan gerçek zamanlı ödeme yapılmasını sağlamış.

Belçika merkezli SWİFT’i, 200’ün üzerinde ülkede 11 binden fazla banka kullanıyor. Mevcut hali ile her banka SWİFT’in yazılımını kendi yerel merkezlerinde kurarak çalışırlarken, bulut tabanlı çalışanlarda buna ihtiyaç olmuyor. Bu da hem yatırım hem de hız konusunda kazanç sağlıyor.

Bir başkası Deutsche Bank ve Deutsche Telekom gibi şirketlerin dijital dönüşüm için çalışmaları. Deutsche Börse’un, Microsoft’un finansal hizmetler sektörü için sunduğu bulut hizmetini kullanması ve uyarlanması konusunda mesafe aldığı da not ediliyor.

Bir başka örnek, HSBC Bankası’nın Hong Kong’da Microsoft Azure bulut tabanına dayanan ödeme uygulaması PayMe’yi kurması güzel bir örnek; 1.5 milyonun üzerindeki kişinin, cep telefonu üzerindeki uygulama ile nakit kullanmadan birbirlerine serbestçe ödeme yaptıkları anlatıldı. İşlemlerin yüzde 98’inin 500 milisaniyede gerçekleştiği ölçülmüş.

Bu şirketlerden biri de İsviçre’nin küresel bankası UBS. Dünyanın en büyük servet yönetim kanalı olan UBS, Dijital dönüşümü güçlendirmek, kritik iş uygulamalarını modernize etmek ve dijital kanalları büyütmek için Microsoft Azure’un bulut teknolojisini kullanmaya başlamış. Her birinin farklı tercih ve yatırımcı profili taşıyan varlık yönetimi müşterileri için robotik finansal danışmanlık hizmeti geliştirmiş.

Tanja von Ehrlich-Treuenstätt

Toplantıda konuşan UBS’in yenilikçi ürün geliştirme bölümünden sorumlu Tanja von Ehrlich-Treuenstätt’ın özgeçmişi dikkatimi çekti; ekonomi eğitimine, oyun teorisi doktorası eşlik ediyordu.

Bulut merkezleri sözleşmelerle belirlenebiliyor, şeffaf biçimde denetlenebiliyor.

İsviçre ve Almanya’da bulut merkezleri kurulmuş.

Bulut teknolojisi alanında dünyanın önde gelen şirketleri şunlar: Amazon Web, Microsoft Azure, Google Cloud, IBM Cloud, Rackspace Cloud.

İzlenimim, diğer şirketlerde farklı olarak Microsoft’un; finansal hizmetlerde, dijital bankacılıkta özel bir alan açmış olması.

Bankacılık, kredi kartları, ödemeler, para transferleri, online alışveriş dijitalde hızla artarken, geleceğin bir başka yaklaşan yıldızı dijital paralar olacak olasılıkla.

Gündelik kullanımdaki “itibari para” (fiat money) yerine dijital para, dijital merkez bankası parası, kripto paralara doğru kaydıkça; tüm bu hizmetlerin yapıldığı platformlar da “buluta” kayacak görünüyor. Orada da aranan yine güven ve itibar hissettiren platformlar olması ilk aranan özellikler olacak.

Yazının başında atıfta bulunduğum 90’lı yıllarda, bilgisayarı fiziksel olarak alıp masa üstüne koymak “modernite” olarak görülüyordu. Ancak bunu iyi ve hızlı kullanan o “moderniteye” sahip.

Şimdi de benzer bir yanılsama mümkün; tek başına müşteri odaklı yazılı ya da uygulama geliştirmek, finansal hizmetlerde dijitalleşmenin bugünün “modernitesi” değil. Bugünün “modernitesi”, bu dijitalleşmeyi kendi iş alanında toptan bir ekosistem haline getiren, bunu bir entegre kültür olarak ele alan yaklaşımda. Bu da “altı kaval, üstü şişhane” derme çatma yapılarla olmuyor.

2017’de 50.8 milyar dolarlık Fintech yatırımı tutarı 2018’de 111.8 milyar dolara çıkmış.

McKinsey’in Şubat 2019’da yayımlanan araştırmasına göre; ABD’nin 25 büyük bankası 2009’dan bu yana şube sayısını azaltmalarına karşın mevduat tabanları büyümeye devam etmiş. Yani, geleneksel biçimde şubelere dayalı bankacılığın eskisi gibi sürdürülmemesi dezavantaj getirmiyor.  Tersine dijital bankacılık arayışı, banka müşterileri arasında giderek artıyor. Hollanda, İsveç ve Fransa’da banka müşterilerinin yüzde 70’inden fazlası, dijital bankacılık ürünü satın alma eğilimi taşıyor.

Genel fotoğrafta da dijital satış penetrasyonu dijital müşteri aktivitesinin çok üzerinde bir hızla yükseliyor. Çoğu banka müşterisinin dijital kanallarda finansal ürünlere dair arayışı varken, çok az bankanın bu arayışı dijital kanallara etkili biçimde aktardığı not ediliyor. Dijital kanallarda dijital ürün kullanım arayışı, sunulan hizmetten daha hızlı gelişiyor.

Apple’ın 1.5 milyara yaklaşan akıllı telefon kullanıcısının olduğu düşünülürse Apple kredi kartı müthiş bir pazar payına aday. Facebook da çıkaracağı dijital para Libra ile potansiyel müşteri tabanı 2.4 milyar kullanıcı ile hazır.

Dünyada 5.5 milyar yetişkin var; bunların da 3’te ikisinin cep telefonu var. Giderek akıllı telefonlar dünyayı kaplıyor.

Peki mevcut bankalar ne yapacak? Herkesin aklına fotoğraf devi Kodak’ın, dijital fotoğraf devriminin herkesin cebine girmesi ile pazar çöküşü ve 2012’de iflas masasına başvurması, sonrasında da kaderin cilvesi, çoğu patent haklarını Google, Apple gibi şirketlere satması.

Dünyanın önde gelen Fintech otoritelerinden sayılan Chris Skinner da toplantıda yaptığı konuşmada, genç kuşak “unicorn” girişimlerine işaret ederek; mevcut finansal hizmet sunan banka ve kuruluşların değişime ayak uyduramaması durumunda güç kaybedeceklerine işaret etti.

Chris Skinner

Skinner’ın verdiği çarpıcı örnek, Stripe adlı ödeme platformunu kuran iki kardeşin başarısı. John Collison (1990) ve Patrick (1988) Collison adlı İrlandalı kardeşler 20’li yaşların başında 2010’da Stripe’ı kuruyor. Tam 6 yıl sonra Ekim 2016’da, 400 kişinin çalıştığı şirketin değeri 9.2 milyar dolara, Ekim 2018’de ise yaklaşık 1000 kişinin çalıştığı şirket değeri 20 milyar dolara ulaşıyor.

Patrick ve John Collision (Kaynak: Chris Skinner sunumu)

Skinner ABD bankacılık devi JP Morgan Chase’den örnek vererek devam ediyor; bankanın CEO’su Jamie Dimon’un akıllı davranarak JP Morgan’a yıllık 10.8 milyar dolarlık bütçeyle Fintech yatırımı yaptığını ve bu sayede “yaklaşan” tehlikeye önlem alarak bankayı yapay zeka, öğrenen makinalar, uygulamalar, açık bankacılık kullanan yapıya yaklaştırdığını, Ekim 2016’da 235 bin kişinin çalıştığı JP Morgan’ın borsa değerinin 245 milyar dolarken, Ekim 2018’de 165 bin kişiye düşmüş çalışan sayısıyla 365 milyar dolara çıktığına dikkat çekti. Çalışan başına şirket değerini iki kat artırmış olsa da, 20’li yaşlardaki iki genç girişimcinin geldiği çalışan başına şirket değerinin 10’da birinde.

Jamie Dimon (Kaynak: Chris Skinner sunumu)

JP Morgan’ın geçmişte 360 bin saat hukuksal mesai alan bir dokümanı işleme süresinin bir saniyeye düşürdüğünü ve bunun da 1500 avukatı azaltmak anlamına geldiğinin altını çiziyor. 165 bin çalışanının 50 bine yakın (Twitter ve Facebook’takilerin toplamından fazla) geliştirme ve teknoloji alanında eleman çalıştırdığını, bunun sonucu da “teknoloji şirketi bankacılık yapıyor” denildiğini vurguluyor.   

Skinner JP Morgan’ın teknoloji şirketlerince dağıtılan, “dağılan” değil, bizatihi “dağıtan” olmayı tercih ettiğine işaret ediyor.

Son bir not da yine güncel bir gelişme üzerine; deprem.

Microsoft’un toplantısında iken İstanbul’da Silivri açıklarında 5.8 şiddetinde bir deprem ve ardından artçıları oldu. Telefonların çalışmadığı, insanların yakınlarına ulaşamadığı haberlerde yer aldı.

Döndüğümde bankacı arkadaşlarıma sordum. “Disaster recovery” planları var mıydı? Aldığım yanıtlar arasında “bulutta var” seçeneği yoktu. İstanbul’un Avrupa yakasında genel merkezi olan bankaların Asya yakasında yedek sunucuları vardı.

Deprem gibi bir felakette, bankaların ne yapacağına dair “disaster recovery” planları olması gerekiyor. Yani potansiyel bir felaket sonrası insanların banka hesaplarına ulaşabilmesi, ihtiyaçlarını karşılayabilecek nakde ulaşabilmesi için sistemlerin çalışır ve ulaşılabilir olması gerekiyor. Bunların da yerleşik sunucuların farklı coğrafi merkezlere konularak yapıldığı biliniyor. Peki ya bulutta olsa daha erişilebilir ve çalışabilir olmaz mıydı?

Uğur Gürses