2018 Ekonomik Krizi

Neymiş? Köprüyü Beyaz Türkler Ödeyecekmiş!

Osman Gazi Köprüsü Temmuz 2016’da hizmete açıldı. Köprünün inşa ve işletme modeli “PPP modeli” denilen Kamu Özel İş birliği (KÖİ) modeline dayanıyordu. Modelin özü de artık Batı’da terkedilmiş pahalı bir modele dayanıyordu. Devlet tarafından yapım ve işletmeyi üstlenen şirketlere günlük 40 bin araç geçişi taahhüt ediliyor, araç başına geçiş ücreti de dolar bazında idi. Bu da şimdilerde 40 dolara geldi. 44.5 dolara geldi. Özü şuydu; siyasetçiler “köprü yaptık” diye seçmene hava atsın diye, yapımı en kısa sürede bitecek biçimde ama bedelini bir kuşağa ödetecek biçimde bir model seçilmişti; geçen de ödeyecekti, geçmeyen de. En kötü tarafı; döviz açığı olan bir ülkede küresel konjonktürdeki geçici havayı hesaba katmadan dövizli bir sözleşme yapmak da en büyük “günahlardan” biriydi. Madalyonun diğer tarafında, bu şirketlerin TL cinsi bir sözleşme ile bu işin altına girmek istemeyecekleri de çok açıktı.

Yapılan hesap ortada. Köprünün bir araç için belirlenen 44.5 dolarlık geçiş ücreti fiilen uygulanamıyordu; öyle ya köprüden tek geçiş için bugünkü kurla taahhüt edilen ücret 263 TL, gidiş-dönüş toplam ücret 525 TL yapıyor. Ancak uygulanan tek yönlü ücret 103.05 TL. Yani sadece yüzde 39’u geçen araçtan tahsil ediliyor, kalan fark yani yüzde 61’i devletçe “katkı payı” adı altında bütçeden ödeniyor. Yani vergilerimizden karşılanıyor. Bitmedi; eğer günlük 40 bin geçiş sağlanamazsa “geçmeyen araç sayısı” üzerinden de 44.5 dolar ücret devlet tarafından ödeniyor.

2016’da köprü açıldığında, taahhüt edilen araç başı ücret 35 dolardı. O günkü kurdan karşılığı da 102 TL idi. Bugün tek taraflı geçiş 263 TL.

Gelelim asıl güncel konuya; 2016 temmuz ayından bu yana üç buçuk yıl geçti. Şimdi kamu bütçesine konulan ödeneğin 2020 için 18.9 milyar TL olduğunu görüyoruz. Bu para vergilerle karşılanacak. İçinde köprü, otoyol, şehir hastaneleri için koşula bağlı taahhüt edilen ödemeler var. Özeti şu; fatura zamanı geldi. Giderek de hızlanacak. 2018’de bütçeye konulan ödenek 8 milyar TL idi. İki yılda ikiye katlandı. Daha da katlanacak.

Geçen de ödeyecek, geçmeyen de ödeyecek” içeriğiyle bu konuyu 2016 Temmuz’unda yazdığımda, gazetemin iki yazarı ne solculuğumu bıraktılar ne de yatırım karşıtlığımı. Efendim Avrupa’da da varmış, onlar da Türkiye’deki gibi ücret ödüyorlarmış, hem de daha pahalıymış.

Ertuğrul Özkök şunu yazıyordu:

“Tavsiyem şudur: Solcu arkadaş, yapılmış köprünün davası olmaz, yapılmış köprü, yol üzerinden muhalefet yaparsan kaybedersin.

Bak İzmirli solculara… Zamanında Çeşme otoyolunu yaptırıyor diye rahmetli Turgut Özal’a demediğini bırakmayanlar, şimdi hafta içi demiyor, hafta sonu demiyor, Alaçatı’ya, Çeşme’ye nasıl koşuyor…”

Yazdığım muhalefet yazısı değil, bir “iktisadi dışsallık” tartışması idi. Yapılan köprünün ekonomik fayda sağlaması ve uygun bir modelle yapılması meselesi olan bir yazı idi.

Yeniden bir yazı yazdım; yazımın başlığı “Köprü taahhüdünü ‘Beyaz Türkler’ kurtaracak” idi. Yazımın özet şuydu; ancak bu yolu “Beyaz Türkler” rahatça kullanabilirdi. Nitekim hala öyle. İkincisi de bana hesap diye, otoyolun km ücreti Fransa’da 9 cent, Türkiye’de 5 cent diye örnek veren Fatih Çekirge’ye, 36 bin dolarlık kişi başı geliri olan Fransa ile 9 bin dolar olan Türkiye’nin satın alma gücünün aynı olmadığını hatırlatmış, yazımın sonunu da şöyle bitirmiştim:   

“Ayrıca, vergi ödeyen bir yurttaş olarak buna itiraz etmek; ‘solculuk’ kompartımanından muhalefet değil, demokratik bir hesap sorma ve yurttaşlık hesabından bir sorgulama sayılır. Vergi mükellefinin ‘pusulası’ olmaz. Hesap veren siyasetin DNA’sı da buradan gelir.”

Bugün, 2018 sonunda 2019 için öngörülen bütçe açığı 80 milyar TL iken, Merkez Bankası’ndan aktarılan ilave 42 milyar TL’lik ihtiyat akçesi girişine karşın 11 ayda 93 milyarı geçti. 2019’un tamamında 100 milyar TL’yi geçeceği sır değil.

2016’da köprü-otoyol ve şehir hastaneleri için yapılan aktarımların yer aldığı bütçe kaleminde 3 milyar TL’lik bir ödenek varken, bugün 11 aylık 9.3 milyar TL’ye ulaştı. 2020 için ise 18.9 milyar bütçeye ödenek kondu.

Bu bütçenin ödenek tarafı. Bir de Meclis’ten geçen torba yasa ile gelen gelir tarafı var. Daha doğrusu 2020’de paraşütle indirilen “varlık vergisi” tarafı var.

Yasalaşan bu düzenlemeye göre; belediyeler değil merkezi hükümet tarafından belirlenecek konut değeri 5 milyon TL üzerinde ise üç dilimde binde 3 ile yüzde 1 arasında vergi ödenecek.

Bu dilimleri örnek için koyuyorum; epey ağır vergiler söz konusu.

Son bir hafta içinde İstanbul’da kalburüstü semtlerinde oturan ev sahiplerine “sarı zarflar” tebliğ edilmeye de başlandı.

İşte bu düzenlemeden sonra birçok yazardan bu konuda toplumdaki tepkileri yansıtan yazılar geldi. Ertuğrul Özkök’ten de şu itiraz geldi;

Dün hayat hesaplarını altüst eden sarı zarflar” başlığı ve “Benim çevremde herkes dün sabahtan itibaren Tapu Kadastro Müdürlüğü’nden gelen o zarfları aldı. Kâğıtlarda evler için belirlenen fiyatlar vardı. Herkes bu fiyatlar üzerinden belirlenen ek vergileri hesaplıyordu” diye başlayan yazısıyla “Hiç olmazsa oranların ve emsal fiyatların makul seviyelere indirilmesinde fayda var” diyerek Cumhurbaşkanı’na duyuruyordu.

Bu verginin sosyal adalet amaçlı bir vergi olmadığı konusunda hiç şüphem yok. Yanlış olduğunu, bunun krizi toparlamak yerine konut fiyatlarını aşağı doğru baskılayacak bir vergi olduğunu, uygulanırsa zaman içinde bunu göreceğimizi düşünüyorum.

Ayrıca, bunun adaletsiz olduğu çok açık. Verilen örnekler yerinde; 3 evi olup 7.5 milyonluk serveti olana vergi yok, tek evi olana var. Kayıt dışı geliri sisteme alamayıp gözüne kestirdiği kesimi vergileyen anlamsız bir vergileme.

Sarı zarflarla yollanan “belirlenmiş rayiç” değerlere de; “devlet bunun üçte ikisini bana ödesin bana hemen satayım” diyen çok kişi duydum. O derece şişirilmiş rayiç değerlerden bahsediliyor.

Bu vergilerin toplanmasının güç olacağını, çıkarılış amacının da krizle boğuşan ve iktidar partisine kızgınlık içine giren yoksul kesimdeki oyları canlı tutmaya dönük propaganda amaçlı kullanılacağına da hiç şüphem yok.

Bir an için “zenginden alıp fakire dağıtma niyeti mi var?” diye bir safiyene düşünceye dahi dalmamıza imkan tanımadan, gündeme kamu bankası iştirakının Simit Sarayı’na kurtarıcı ortak olma girişimleri düştüğü için hiç şüphem yok.

Öyle ya da böyle bu “varlık vergisi”, toplanabildiği ölçüde bütçe açığını kapamaya gidecek. Ama şunu da hatırlatmaktan geri durmayacağım:

KOİ modeli ile yapılan köprülere-otoyollara o tarihte itiraz etmiştim. Şimdi her yıl ikiye katlanarak artan faturanın ödeme zamanı.

Üç buçuk yıl önce itirazımı boşa çıkarmaya çalışanlara, “yapılmış köprünün davası olmaz” diyen yazar arkadaşlara da tavsiyem şudur: vergi mükellefi arkadaş, yapılmış köprünün davası olmaz, faturası olur. Yapılmış köprünün, yolun faturası üzerinden muhalefet yaparsan kaybedersin. Hep yoksullar mı ödeyecek? Ben o tarihte yazmıştım; bunun faturasını geçseler de geçmeseler de “Beyaz Türkler ödeyecek”. 2020’de 18.9 milyar TL’yi ödemek için para lazım.

İzmir’e tatile giderken ya da değil; iktidar kalburüstü semtlerde oturan ‘Beyaz Türkler’e faturayı çıkarttı.

Demiştim; geçen de ödeyecek, geçmeyen de.

Neymiş?

Uğur Gürses