para politikası

Evdeki gümüşler ve bir takım muhasebe manevraları

TL’yi kendi faizi ile korumayı bırakıp aşağı çeken, döviz satarak, dövize erişimi kısıtlayarak, yasaklayarak, cezalandırarak tutma çabası son dönemeçte çuvalladı.

Çuvalladı; zira bankalara döviz işlemlerini belli saatler dışında yasaklayan, bankalara döviz işlemi yapmak isteyen müşterileri için “kim alıyor?”, “niye alıyor?”, “sonra alsın”, “parça parça alsın”, “dövizi bozdursun”, “dövizi var, TL kredi vermeyin” baskısı yapan otoriteler, sonunda döviz piyasasının en eski kalesi Tahtakale’ye teslim oldu.

Hem de öyle bir güne geldi ki; seçim öncesi şaşalı bir açılış yapalım derken, Ataşehir’de ‘gayrimenkul geliştirme projesi’ omurgalı İstanbul Finans Merkezi açılış gününe. Hani ayarlasınız denk gelmez. İFM’nin beton bloklarının önüne kurulan çadırda açılış yapılırken, ülkenin döviz piyasasının kalbi Tahtakale’de atmaya başlamış, kendi parasının değerinde dual fiyat oluşmuştu. Finans merkezi olma iddasındaki ülkenin parasını basan Merkez Bankası ise çaresizlik içinde bunu seyrediyordu.

  • ‘Kopyala yapıştırla’ bu yazının telif hakları ihlal edilemez; Alıntılamak isteyeler için kılavuz: Alıntı kılavuzu

Konvertibilitesi bozulan her yerel para karaborsaya teslim olur.

Çadırda finans merkezi açılışıyla, karaborsa büyük bir trajedi oluşturuyordu.

Olan şuydu:

Bankalar Merkez Bankası’nın baskısı altında dolar kurunu bankalararası piyasada göstermelik 19.40 seviyesinde tutarken, kendi müşterilerine internet ve mobil bankacılık mecralarında 20.45’e satarken, yaklaşık 80-100 kuruş altında alış kuru ilan ediyordu.

Aklıbaşında hiç bir para otoritesi böyle bir durumun ortaya çıkmasına izin vermez. Ama bizde kendi elleriyle yaratmıştı.

Türkiye’deki döviz büfeleri ve binlerce kuyumcunun dikkate aldığı ve serbest piyasa olarak adlandırılan tarihi Tahtakale piyasasında ise kur 20.60’a vurmuştu.

Resmi otoritelerin döviz rejimini kanuni düzenlemelerle ya da idari kararlarla yasakladığı yerlerde, kapalı sabit kur rejimlerinde, son dönemde görünüşte serbest ama baskı altında ilan edilen kurların olduğu yerde, ikili bir kur sistemi oluşur. Buna paralel piyasa, karaborsa, ayaklı borsa deniyor.

Merkez Bankası’nın egemen olduğu bankalararası piyasada döviz kuru düşük olmasına karşın arzı kısıtlı ise döviz miktarı “tayınlanarak” arz ediliyorsa karaborsa kaçınılmaz olur. Zira arz-talep dengesi ve fiyat burada kendini bulur.

Merkez Bankası’nı yönetenler kurumu öyle bir duruma soktular ki; deneyimsizlik sermayesi ile ama içi boş bir cesaret ve özgüvenle giriştikleri süreçte büyük bir çaresizlik içinde kaldılar.

Resmi kurlarla serbest piyasa kurları arasındaki fark şimdi yüzde 6’da.

Türkiye kambiyo serbestisine geçtiği 1989’dan bu yana böyle bir tablo ile karşılaşmamıştı.

Öyle bir tuhaf da durum var ki; ihracatçılar kazandıkları dövizin yüzde 40’ını yüzde 6 düşük kurdan Merkez Bankası’na satarken, ithalatçılar ise yüzde 6 pahalıya satın alıyor. Kazanan yok. Hane halkı için de geçerli bu. Yüzde 6 daha pahalıya satın alan ithalatçının maliyeti nihai olarak üretime, oradan da hane halkının sofrasına zam olarak yansıyacak.

Bu durum büyük iddialarla uydurulan KKM için de geçerli. TL yatırarak KKM hesabı açanlar, bugünlerde vadesi doluyorsa başlangıçtaki dolar değerinin altında bir dolar miktarına sahip olacaklar. Zira TL yatırarak (yükümlüsü Hazine olan) vadede Merkez Bankası’nın kuruna endeksli TL alacakları için, bununla yüzde 5-6 daha düşük bir döviz satın alabilecekler. “KKM’de kur koruması” diye bir şeyin olmadığını da vatandaşı kandırarak kanıtlamış oldular.

Gelelim deneyimsiz merkez bankacıların son birkaç ayda yaptıklarına.

Malum her borç alınan nakit döviz eritildi, swaplarla brüt rezervler şişkinmiş gibi gösterildi.

Sistemdeki dövizlerin büyük bölümü Merkez Bankası’na aktığı ve buradan satışlarla sisteme girdiği halde, döviz kuru tutulamıyor.

Sebebi başından belli; politika faizi yıllık yüzde 8.5’ta iken, yılın ilk üç ayındaki TÜİK ölçümlü TÜFE yüzde 12.5, gıda artışı yüzde 19.5.

TL’nin bankalardaki mevduat faizi bile yeni yüzde 30’lara çıktı. O da Merkez Bankası’nın bankaları mealen “müşterilerinizi ikna edin, zorlayın, dövizden TL’ye geçsinler” mantığı ile ağır cezalar getirmesi sonrasında. Yüzde 30’la bile üç aylık birikimli enflasyonu yenemiyorsunuz.

Sadece son 2 haftada (7 ve 14 Nisan haftaları) döviz hesapları ile dövize endeksli KKM hesaplarındaki artış 13 milyar dolar.

Döviz ve kur baskısını çok iyi gösteriyor.

Bankanın son 2 haftada kaybettiği rezerv ise 4 milyar dolar. Bu da Hazine’nin yurtdışı borçlanma ile getirdiği 2.5 milyar dolarlık girişi de içeriyor.

Zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Sıra evdeki gümüşlere gelmiş belli ki…

Mart başından bu yana iki gelişme var.

Birincisi, durmadan likit dövizleri sattıkları için her yeni gün likit dövize ihtiyaç duyuyorlar. Kullanılabilir likit döviz rezervleri eridikçe Merkez Bankası mart başından bu yana hem altın satışına başladı hem de kasalarındaki yabancı para efektifleri döviz hesaplarına geçirmeye başladı.

Merkez Bankası 3 Mart haftasından başlayarak 14 Nisan haftasına kadar tam 2.8 milyar dolarlık (43 ton) altın sattı.

Yine 3 Mart haftasından itibaren kasalarında bulunan 2.7 milyar dolarlık yabancı para efektifleri dövize çevirdi. Yani muhabir bankaları nezdindeki döviz hesaplarına geçirdi.

Toplamda ise tam olarak 5.5 milyar dolarlık varlığı likit dövize çevirdi.

Buna bir nevi “evdeki gümüşleri satmak” denilse yanlış olmaz.

Bu da uzun vadedeki değişimi gösteriyor:

Peki neden bu yola başvuruyorlar?

Her an, hemen kullanılabilir likit döviz şu demek; muhabir banka hesaplarında ya da para piyasasında kısa vadeli depo ya da Fed gibi merkez bankalarındaki vadesiz hesaplarda her an çekilebilir, transfer edilebilir döviz demek.

Altın, efektif, IMF SDR tahsisatı gibi varlıklar hemenanında likite çevrilebilir durumda değildir. Örneğin 43 ton altını hemen satıp likide etmek kolay değil. Hem piyasayı düşürmeden hem de en az 2 gün alacak bir teslimat-ödeme süreci var.

Neden bu yola başvuruyorlar? Likit dövizler eridiği ve kritik bir seviyeye düştüğü için.

‘Yapalım kimse anlamaz’

Merkez Bankası’nın bilançosunda dikkat çeken ikinci nokta ise yine aynı haftadan itibaren, altın değerleme esaslarını değiştirerek, altın fiyatı hangi gün ya da seansta yüksekse o değeri esas alarak altın rezervlerinin döviz karşılığını yüksek göstermeye girişilmiş olmasında.

Yıllardan beri izlenen uygulamada -3 Mart 2022 haftasına kadar-, Merkez Bankası altın rezervlerinin haftalık olarak değerlemesini yaparken, dolar cinsi değerinin hesabında, Londra piyasasında haftanın son iş gününden bir önceki günün (Perşembe) sabah seansındaki (A.M. fixing) değeri esas alıyordu. Bu kural harfi harfine uygulandı.

3 Mart haftası ve izleyen haftalarda ise şuna tanık oluyoruz; haftanın son iş gününden bir önceki günün sabah seansı yerine, son işgünündeki değerler alınmaya başlıyor.

Madem bilanço Cuma günkü vaziyeti gösteriyor, bu durumda Cuma günkü Londra altın değerinin alınması da normal diye düşünülebilir. Ancak Merkez Bankası yöneticileri, sabah seansı yüksekse sabahı (A.M.), öğleden sonra seansı yüksekse öğleden sonraki seans değerlerini (P.M.) almayı tercih etmişler. Eskisi gibi belirlenmiş sabit bir sistem yok, ‘takla prensibi’ esas alınmış.

Peki ne mi olmuş? Eskiden olduğu gibi Perşembe sabah seansı yerine Cuma gününün sabah ya da öğleden sonrası seansının hangisi yüksekse o değerini alarak; Merkez Bankası altın rezervleri 3 Mart haftası 248 milyon dolar, 10 mart haftası 784 milyon dolar, 17 mart haftası 765 milyon dolar daha yüksek gösterilmiş. 13 Nisan haftası ise 145 milyon dolar çıkıyor.

Gerçekten merak ediyorum; bu şekilde kalem oynatmalarla yapılan işlerin güven sarsmaktan başka neye yararı oluyor? Merkez Bankası’nı iktidar partisinin siyasi ajandasına uygun biçimde yöneten yöneticilerin, ülkeye ve ekonomiye, hatta bastığı paranın itibarına verdikleri zararın hesabını hukuk içinde nasıl vereceklerini merak ediyorum.

Bir de not:

Geçen hafta Kapalıçarşı’daki fotoğraflar üzerinden “Merkez Bankası döviz topluyor” haberlerine de değinmek istiyorum.

Merkez Bankası’nın döviz toplama işi 2022 Temmuz ayında başladı. O tarihlerde yazmıştım.

Geçen hafta Ekonomi gazetesindeki haberde ise çelik mobil kasalar ve zırhlı araçların görüntüleri eşliğinde Merkez Bankası’nın Kapalıçarşı’dan döviz aldığı haberi yer alıyordu. Hatta araçların İçişleri Bakanlığı’na ait olduğu atfı da vardı.

Merkez Bankası hiçbir zaman kendi zırhlısı ve elemanlarını Kapalıçarşı’ya gönderip döviz toplamaz. Döviz büfeleri varken. Bu araçlara yakından bakıldığında ne İçişleri ne de Merkez Bankası’na ait olmadıkları çok belli. Özel güvenlik hizmeti veren firmalara ait olduğu açık. Mobil kasalar ise döviz büfeleri, kuyumcular tarafından kullanılıyor. Bu işlere aşina olmayanlar için oldukça “sansasyonel” görünebilir. “Neyle taşısalardı yahu?” diye sorasım var. TL taşınır, döviz taşınır, altın taşınır. Bu pazarın işleyişi böyle.

Bu görüntülerin haberin asli unsuru ile bağlantılı olmadığı çok açıktı. Ancak böyle olması da bankanın bu işlere girişmediği sonucunu vermez.

Güncelleme (27 Nisan 2023, 15:16)

Merkez Bankası’nın altın satışları devam ediyor; 2 Marttan bu yana yapılan satış 72 tona ulaştı. Bu yaklaşık 4.7 milyar dolar ediyor.

Ayrıca kasasındaki yabancı para efektifleri de hızla azaltıyor. Azaltımın ana nedeni, bankacılık sistemine satılabilir döviz hesabı haline getirmek olsa da son hafta 1 milyar doları aşan bir düşüş var. Bunun bir kısmının Tahtakale’de oluşan 1 TL daha pahalı dolar kurundan satış yapmak isteyen yetkili müesseslerin alımları nedeniyle olduğu düşünülebilir. Zira bankalar arasında piyasada kurun 19.40’lı seviyeden oluşması için döviz satan Merkez Bankası Tahtakale’de 20.50’den (bugünlerde 20.35’e gerilemiş görünüyor) satış yapan yetkili müesseslere arbitraj imkanı veriyor. Sorun çok açık şurada; piyasa kuru 20.30-20.50 seviyesinde oluşmuş ki oluk oluk döviz satmasına karşın kuru dizginleyemiyor. Sadece 19.40’tan satarak kar transferi yapıyor.