Ekonomi, siyaset

DEVA: Uzlaşmaya manifesto arayışı (*)

Türkiye politik ve ekonomik alanda, önünde tarihsel süreçlerden geçerek doğruyu yapmış örnekler bulunmasına karşın, 10 yıllık dilimlerde içine düştüğü patinaj ve geriye gidişlerle “neyin yanlış olduğunu” deneyerek, bedeller ödeyerek, görerek öğreniyor. Sonra sancılı dönemlerden geçerek bunu düzeltmekle enerji harcıyor.

Bunun iyi örneği, önceki gün yeni kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) manifesto niteliğindeki programında bulmak mümkün.

Zaman tünelinde bundan 20 yıl önceye gitseydik ve bu metinle karşılaşarak okumuş olsaydık; ‘yeni kurulmuş bir sosyal demokrat parti’ programı olduğunu düşünebilirdik.

Bugün iktidarda 17’inci yılını dolduran Ak Parti’nin kurucuları arasında olan ve 2002-2007 arası Hazine’den sorumlu bakan, 2007-2009 arası Dışişleri Bakanı, 2009-2015 arası ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olan Ali Babacan tam 13 yıl icraatın içinde idi. 2015-2018 arası dönemde de partisinde milletvekili olarak.

2002-2007 arası dönemde ekonomi politikasını yönetmek adeta sörf yapmak gibiyken; 2009 sonrası dönem ise politik sorunların yükseldiği, daha otoriter çizgiye kayılan, hukukun üstünlüğünden uzaklaşılan, adalet sisteminin siyasi hedeflerle “parmak kestiği”, demokratik hakların kısıtlandığı ve de ekonomik sorunların birikmeye başladığı bir dönemdi. Babacan da oradaydı.

2012 Mart’ında “Türkiye gerçek anlamda hukuk devleti olmadıkça, birinci sınıf ekonomi olamaz ve demokrasi olamaz. Hukuk devleti olmayan bir Türkiye’nin dünyanın ilk 10 ekonomisi olması bir hayal” diyordu. Ama 3 yıl daha bakanlık koltuğunu korudu.

Özeleştirinin kurumsalı

DEVA Partisi’nin programının girişindeki “içindekiler” başlıkları ve ilk başlığın “Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi” olması, öncelik sırasındaki ana başlığın ne olduğunu söylüyor.

Partinin programı, Türkiye’nin son 10 yılda neyi yanlış yaptığının, neyin düzeltilmesi gerektiğinin bir manifestosu olmuş.

Her ne kadar “bu yeni bir parti, yeni bir program” denilebilecek olsa da; Babacan özelinde, kişisel olarak yapması beklenen bir özeleştirinin kurumsal düzeyde partinin programında vücut bulmuş bir özeleştiri olduğuna hiç şüphe yok.

Bu bir Babacan özeleştirisi olsa da bireysel olarak da bunu açık biçimde ifade etmesi beklenir.

Bu, hem son 17 yılda iktidarda olup da bugün neyin yanlış olduğunu fark edenlerin, hem de bugün bu partiyi kuranlar arasındaki görece genç kuşak yeni siyasetçilerin yaşayarak gördükleri deneyimleri ve eleştirileri içeriyor olasılıkla.

Bunun muhalefet bloku açısından da değeri var.

Türkiye bugünkü eğriliği düzeltecekse bu toplumsal mutabakatla, uzlaşmayla olacak. Bu sadece “bir defalık” uzlaşma değil; ülkenin bundan sonraki yolculuğunun kilometre taşları olacak ilkeler, kurumlar ve kuralları olacak.

DEVA Partisi’nin programı, hiç itiraz etmeden her kesimin üzerinde uzlaşacağı temel başlıkları içeriyor. İçeriyor çünkü; muhalefet blokunun da son 10 yılda dile getirdiği temel unsurlar bunlar.

Bireyi devlete karşı koruma

Program, sağ muhafazakâr-merkez eğilimle belki de ilk kez “bireyin özgürlüklerini devlet karşısında korumayı”, bunun da yargının işi olduğunu vurgulayan, bireyi önceleyen bir duruş sergiliyor:

“Yargının en önemli varlık sebebi, bireylerin hak ve özgürlüklerini devlet karşısında korumaktır. Yargı; bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alabilmesinin, herkese hak ettiğini teslim edebilmesinin ve adil kararlar verebilmesinin bir gereği olarak bağımsızlık zırhıyla donatılır. Yargıya tanınan bu ayrıcalık, adaleti sağlama amacına yöneliktir.”

 Ekonomi politikası ve durum tespitinde şu sözler dikkat çekici:

“Parti olarak, ülkemizde yaşanan toplumsal huzursuzluğun ve ekonomik krizin temelinde hukuk sistemimizin güvenilirlikten ve öngörülebilirlikten uzak istikrarsız yapısının yattığına inanmaktayız. Hukukun sağladığı istikrar ortamında güvensizliğin ve belirsizliğin azalacağına, üretim ve yatırım kararlarının korkusuzca ve güvenle alınacağına, böylece kalkınma sürecimizin hızlanacağına inanıyoruz”.

Programda Merkez Bankası’nın ve düzenleyici denetleyici kurumların bağımsızlığı ile kurumsal kapasitelerinin güçlendirileceğine işaret ediliyor.

Yine güncel sorunlara parmak basılmaya özen gösterilmiş; TÜİK’e güçlü bir bağımsızlık kazandırılarak kurumun yayımladığı istatistiklerin güvenilirliğinin arttırılacağı vurgulanıyor.

Varlık Fonu’nın kamu mali yönetiminde bütünlüğü bozduğu ve bunun gibi bütçe dışı ve denetimden muaf yapılara son verileceği taahhüt ediliyor.

Tabi bir de vergi ve prim affı uygulamalarına gidilmeyeceği sözü veriliyor.

Dolaylı olarak BDDK’nın düzenlemelerini bankacılık sektöründe kamu ve özel bankalara eşit ve şeffaf biçimde uygulamadığı söyleniyor, bunun yapılmayacağı yazılmış. Ayrıca hükümetin ve BDDK’nın ilgili mevzuat dışına çıkarak bankaların kararlarına ve yönetimlerine müdahale etmesini önleme konusunda söz verilmiş.

Diyorum ya; bugün ne yanlış yapılıyorsa parti programına bunlar işlenerek düzeltme taahhüdü konulmuş.

Kamu bankalarının sektör içinde rekabeti bozmalarının engelleneceği, bu bankaların siyasi baskılarla iş yapmalarının önüne geçileceği anlatılıyor. Bir de üst yönetime atamaların objektif ehliyet ve liyakat kriterleri çerçevesinde yapılacağı vurgulanmış.

Babacan’ın kamu bankalarından sorumlu olduğu hatırlanırsa bu bankaların yönetimlerine atanan kimilerinin evinden “kutu kutu dolar çıktığı” da hatırlanırsa hafif tonlu bir ‘ders almışlık’ kokusu da sezilmiyor değil.

Mali kural çapası

Yine Babacan’ın içinde ukde kalan “mali kural” konusu programa girmiş. Babacan 2010 yılında mali kural uygulamasına başlamak için hazırlık yapmış, ancak Başbakan Erdoğan bunu rafa kaldırmıştı. Şimdi kurduğu DEVA partisi programına yerleştirmiş; “Mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirmek ve öngörülebilirliği arttırmak amacıyla, temel bütçe büyüklüklerine ilişkin daimî nitelikteki bazı sayısal hedefler, sınırlamalar ve ilkeler belirlenmesini içeren “Mali Kural” uygulamasını hayata geçireceğiz.”

Dikkat çeken bir diğer başlık da Kamu Özel İş birliği (KOİ) uygulamalarına dair. Malum “koşullu yükümlülükler” içeren köprü, otoyol, havalimanı, şehir hastaneleri gibi projelerin izleyen yıllarda bütçeye ne kadar yük getireceği şeffaf biçimde açıklanmıyor. Program, bu konuda bir çerçeve mevzuat çıkarılacağını, KÖİ modelinin, faydalanıcıların yaptığı ödemelerle kendini finanse eden projelerle sınırlı tutulması esasına dayanacağını söylüyor. Bu projelerin fizibilite çalışmalarına paydaşların katılımının, ihalelerde eşitliğin, şeffaflığın ve rekabetin arttırılmasını ve bu projelerin bağımsız denetime tabi tutulmasının sağlanacağı vurgulanıyor. Bir de, bu projelerin bütçe üzerindeki yükü, verilen garantilerin kapsamı, gerekçeleri, süreleri gibi bilgilerin düzenli olarak kamuoyu ile paylaşılacağı yazılmış.

Uğur Gürses

(*) Duvar English için 12 Mart’ta yayımlanan yazım