Ekonomi, enflasyon, para politikası, siyaset

14 Mayıs’ın ertesi günü ne olacak?

“Muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını kazanmasıyla birlikte 3 ana ve önemli sonuç kısa sürede alınır”

İşte ekonomide en çok merak edilen soru şu: Seçimin yapılacağı 14 Mayıs Pazar gününü izleyen gün ne olacak?

Yatırım şirketlerinin raporları yayımlanıyor, döviz kurunun Merkez Bankası tarafından ‘tutulması’ nedeniyle, ertesi gün bunun yapılmaması halinde kurun fırlayacağı ve dolar kurunda 23-24 seviyesine çıkacağı (yüzde 10-15 artış), yılsonunda ise kurun 27 seviyesinde olabileceği yününde tahminler yapılıyor.

Öyle ki “kim kazanırsa kazansın” bu yönde olacağı, mevcut iktidarın kazanması halinde daha kötü olacağı yönünde tahminler de yer alıyor.

Peki bu bakışın ana argümanları neler?

Şuna dayanıyor; yükselen cari açık ile TL’nin son 1 yılda değerlenmesi.

TL neden değerlendi? Son bir yılda enflasyonun altında bir kur artışı olması. Bunun nedeni de Merkez Bankası’nın günlük kur artışlarını çok sıkı markaja alması ve dakika dakika müdahale etmesi. Bankalara baskıyla müşterilerinin döviz alımlarına bariyer oluşturmalarını istemesi, bunun için ‘masa altı yöntemler’ uygulaması, makro ihtiyatı çerçeveyle açıklanması absürt zorlama zorunluluklar getirmesi.

Kısa vadede kur üzerine baskı yaratan ne? Birincisi 2021 sonunda uydurulan Kur Korumalı Mevduat (KKM) mekanizmasıyla getirilen teşviklerle özellikle şirketler kesiminin mevcut dövizleri KKM’ye aktarıldı.

KKM’de 31 Mart itibariyle 88.8 milyar dolar karşılığı mevduat var.   Muhalefet kazandığında vade yenilemesi yapılmadığında ki o yönde politik tercih ilan edildi, özellikle şirketlerin dövize dönmesi muhtemel. Ancak kritik olan şu; beklentilerin yönü. Eğer hemen döviz almakla orta vadede döviz almak arasında farksızlık oluşursa dövize yönelim düşük olabilir. Bu da politik değişim ve güven veren bir ortam yanında iyi bir ‘maestro’ da gerektiriyor.

“TL değerlendi” söylemi son 1 yıllık perspektifte doğru olabilir. Nitekim; Mart itibariyle son 1 yılda kabaca yüzde 50 TÜFE enflasyonu söz konusu iken aynı dönemde kur artışı yüzde 30 oldu. TÜFE bazında fark 20 puan iken, ÜFE bazında kabaca 35 puana çıkıyor.

TL’nin reel değer kaybının ölçümünde parametre “reel efektif kur” ise Merkez Bankası’nın yayımladığı bu endekse bakmak gerekir.

TÜFE’ye ilişkin soru işaretleri olduğu, İTO İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi’nin görece daha yüksek olduğu, daha da ötesi ÜFE’nin ise enflasyonu ‘en yüksek ölçen’ endeks olduğunu hesaba katarak, reel efektif kura ÜFE bazlı baktığımızda şunu görüyoruz:

Son 1 yıla bakarsanız TL değerlenmiş. Peki nereden yükselerek? Aralık 2021’de tarihsel en düşük reel efektif kur seviyesi olan 66.49 seviyesinden, Şubat 2023’te 88.03’e yükselmiş, martta ise 87.97 seviyesinde.

Doğru soru ise şu: TL “olması gereken” seviyesi en dip 66.49 mudur?

Bana göre doğru yorum, TL’nin son 13 yılda reel olarak en düşük seviyede olmasıdır.

Bu yüzden “TL değerli, biraz değer kaybetmesi gerekir” argümanı havada kalıyor.

Bu argümanı söyleyenler neye bakıyor? Cari dengeye.

Cari denge neyi içeriyor? Son yıllarda hızla yükselen enerji fiyatları ve altın ithalatını.

Yükselen enerji fiyatları hızla düşüyor. Bunun cari dengeye çok iyileştirici etkisi olacak. İkincisi ise en önemli unsurlarından biri; altın ithalatının yeni dönemde düşecek olmasıdır.

Eğer para politikanız yanlış ise eğer enflasyonun 6’da biri oranında politika faiziniz varsa eğer enflasyonun yarısı ya da yarısından daha az mevduat ve tahvil faizleri söz konusu ise bireylerin ve şirketlerin döviz ve altına hücum etmesi kaçınılmaz.

Türkiye’de son 2-3 yılda tanık olduğumuz da bu.

Borsa İstanbul’un altın ithalat verilerine göre sadece Ocak-Mart arası 3 aylık dönemde 147 ton altın ithal edilmiş. Yaklaşık 11.5 milyar dolar ediyor. Ocak ayındaki 68.3 tonluk ithalat ise tarihsel olarak bir rekor.

Döviz alımına yan yollarla kısıtlamalar getirildikçe altına yönelim artıyor.

Ödemeler dengesinde son 1 yıllık tablo şöyle: 55.3 milyar dolarlık bir cari açık var, bunun 27.1 milyar dolarlık kısmı altın ithalatından geliyor. Enerji ithalatı ise 78.5 milyar dolar. Yani enerji fiyatları geçmiş yıllardaki ‘normaline’ dönse fatura yaklaşık 35-40 milyar dolara geriler. Özetle, ödemeler dengesi güven veren bir ekonomi yönetimi ve politikalarla yönetilebilir bir patikada olacaktır. İlk günden bir ‘kur düzeltmesi ihtiyacı’ gibi bir zorunluluk da yoktur.

Birey ve şirketleri döviz tutmaya yönelten ana unsur, güvensizlik ve enflasyona karşı varlıklarının erimesine dair kaygıdır.

Peki ithalat ve dış borç ödeme yükümlülüğünden dolayı döviz almak durumda olanlar dışında birey ve şirketleri döviz almaktan uzak tutacak kilometre taşı nedir?

Enflasyonun düşeceğine dair güçlü bir politika duruşu ile kişisel varlıklarına hukuk dışı biçimde el konma ya da otoritelerce zoraki bir değişiklik yapılmamasına dair güven yaratılmasıdır.

Peki bunun sinyali ne zaman verilebilir?

Son günlerde başta İyi Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz bunu oldukça güçlü biçimde yapmaya başladı.

Bizatihi kendisi, seçim günü akşamı sonuçların belirmesi ile mazbatanın verileceği tarihe kadar geçen ‘ara dönemde’ ortaya belirsizlik çıkabileceğini, bunun da başta döviz kurlarında dalgalanmaya yol açabileceğinin, hazırlıklı olmak gerektiğinin farkında.

Aslında 6’lı Masa ittifakının diğer ekonomi kurmaylarının da benzer bir sinyali vermesi gerekiyor.

Ertesi gün

Peki seçim günü ile mazbatanın teslimi arasındaki süreçte, yani “ara dönemde” Ankara’daki Merkez Bankası’nın iktidara sadık bürokratları kuru bırakırsa ne olur?

Yasasında olmamasına karşın 2018’de çıkarılan Cumhurbaşkanlığı direktifi ile ‘iğdiş’ edilen kurala göre Cumhurbaşkanının görev süresi dolduğunda Merkez Bankası başkan ve başkan yardımcılarının da görev süreleri dolacak. Yeni Cumhurbaşkanı atama yapana kadar görevlerine devam edecekler.

‘Ara dönemde’ yine yasasında olmamasına karşın ‘siyasi direktif yok’ diye kuru bırakacaklar mı?

Potansiyel senaryo olasılıkları şöyle;

  1. Mevcut yönetim kuru bırakmadan yine yaptıkları gibi ‘arka kapıdan’ müdahaleye devam edebilirler, bu durumda kurda ‘zıplama’ olmaz.
  2. Mevcut yönetim siyasi direktif yok diye kura örtülü müdahaleyi bırakır; kur zıplar.

Potansiyel sonuçlar ise şöyle:

  1. Ara dönemde bugünkü gibi kur zıplamasına izin verilmezse yeni yönetimin gelişiyle politika faizi artışı ile kurun zıplaması bir tarafa, düşüşüne müdahale etmek zorunda kalabilir.
    • ‘Faiz şoku’ olur mu? Hayır; zira bugün mevduat faizleri yüzde 30-35 seviyesinde, kredi faizleri de üzerinde yükümlülük getiren kısıtlamalar olmasına karşın, nominal oranı düşük olsa da farklı yöntemlerle zaten mevduat faizine yakın bir maliyet seviyesinde. Politika faizinin bu seviyelerin 10 puan üzerine yükselmesi, en fazla ‘kayırılan yandaşları’ üzecektir.
    • 2002’de ne olmuştu? Sıkı para ve sıkı maliye politikası ile ekonomi gümbür gümbür büyürken, enflasyon ve uzun vadeli faizler hızla düşmedi mi?
  2. Ara dönemde mevcut Merkez Bankası yönetimi politika faizini yüzde 8.5’ta tutarken kuru bırakırsa bunun hasarı, hala sorumluluğu taşıyan gidecek olan mevcut yönetime ve devredecek siyasi iktidara yazar. Yeni gelecekler ise zıplayan kuru faiz artışı ve diğer politika çerçevesinin ilanı ile düşürerek ilk günden itibar sağlar.

Benim tahminim muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını kazanmasıyla birlikte 3 ana sonuç kısa sürede alınır:

  1. Faiz şoku yaratmadan para politikası rayına sokulur,
  2. 6 ay içinde de kurda aşağı yönlü baskı yaratacak bir sermaye akımı ile karşılaşılır. (Merkez Bankası döviz alım yönünde ‘örtüsüz’ müdahale eder ya da döviz alım ihaleleri açar)
  3. Enflasyon bekleyişleri de hızla geriler.

Bu 3 unsurun birbirini olumlu döngüye sokan zincirleme etkisi, yabancı sermaye girişlerini tetikler. Beklentiler yabancı girişi yönünde olsa da en başta yerleşiklerin, yani birey ve şirketler kesiminin TL’ye güvenini yükselten ve TL’ye dönme tercihlerini tetikleyen bir süreçten bahsediyorum. Hareketi yerleşikler tetikleyecektir. Yabancı yatırımcılar takip edecektir.

Uğur Gürses